24 Şubat 2012 Cuma

Sinema Atölyesi-On The Waterfront

On The Waterfront

21 Şubat.2012
 
    Başlamadan önce, sinema günlerinin amaçlarından ve hedeflerinden bahsetmek doğru olacaktır. Topluluğumuzun süreç içersinde yapmış olduğu birçok değişik etkinlik içersinde sanıyoruz sinematek günleri en önemli yeri alacaktır. Bunun da sebebi, bu etkinliğin tüm kampüsü kapsamasıdır. Olabildiğince sık tekrarladığımız üzere biz bireyin gelişmişliğinin önemine vurgu yapıyoruz ve bir düşünce kulübü olarak bu faydayı bireye sağlamak için uğraşıyoruz. Bu sürecin oluşturulmasında ise, kişilerin ve grupların gösterecekleri nesnel çabanın öneminin de yadsınmamasının gerektiğine inanıyoruz. İşte sinema ise bizim bu düşüncelerimizin hayata geçirilmesinde son derece önemli bir yer tutuyor. Şöyle ki, sinema’nın görsel ve toplumsal öğelerle zenginleştirilmiş yapısının kitlelere ulaştırılması ve bu öğelerin iyi bir şekilde irdelenmesi sonucunda kişiye kazandırdığı farklı bakış açısı bizim uğraştığımız etkiyi verecektir. Lakin bir sinemanın, sadece görsel yanının ön plana alınması ve film hakkında bir eleştiri getirilmemesinin o filimin iyi bir biçimde irdelenmemesiyle sonuçlanacağını düşünüyoruz. Keskin ve akılcı bir eleştiri anlayışının merkezileşmesine ihtiyacımız var. Bu anlayışın ha deyince ortaya çıkmayacağı da malum, bunu göz önünde bulundurarak, sinema günlerinde izlenilen bir filme olumlu veya olumsuz bir eleştiri getirilmesi ve bunun izleyenler tarafından özümsenmesi kazandırmak istediğimiz bir alışkanlıktır.
 
 
Gösterimini yaptığımız film hakkında ise, on the waterfront bir döneme damgasını vuran, hatta günümüzde de birçok kişi tarafından dikkate değer görülen bir çalışma. Hollywood, 40’lı, 50’li yıllarda sinemasının toplumsal içeri ağır basan yapıtlar ortaya çıkarttığı ve John Steinbeck gibi dev yazarlarla prodüksiyonlar gerçekleştiren bir stüdyo konumundaydı. Filmin yazım hikâyesi ise, yazar Malcom Johnson tarafından kaleme alınmış ve bu filimin aslı New York Sun da öykü biçiminde basılmıştır. Bu kısa hap bilgileri de verdikten sonra, Filmin aslı konusunu oluşturan suç şebekelerine de değinmek gerekecek. Amerika’daki suç şebekelerinin sendikalara el atmalarıyla başlayan ve bu oluşumlar paravan veya başlı başına bir gelir kaynağı olarak görüldükleri biliniyor. Diğer yandan filmde gösterilen suç şebekesinin yanı sıra, en mühim ve atlanılmaması gereken şey filimde geçen ama sanırım filimi özetleyen de bir kelime; “ Sağır ve Dilsiz”. “Sağır ve Dilsiz” kavramının önemini aslında filmde açık açık görüyoruz. Bu kavram filmde sendikaya karşı herhangi bir ses yükseltmenin bile hemen bastırılacağını müjdeliyor bize. Filimdeki tezatlıkların ortaya çıkması da kilisenin basılmasından sonra patlak veriyor bence. Kilise demişken onu da unutmamak gerekiyor. Genellikle kilise bir yatıştıran ve uyutan misyonunu korumuştur; hatta filimde de ne kadar çaba gösterirse göstersin sadece zorba olarak gördüğü suç çetesine yönelik bir karşıtlık besliyordu. Uzun çalışma koşulları gibi daha birçok soruna ne işçiler ne de papaz bir tavır aldı.
 
Tezatlıklardan başlamışken devam edelim; hükümet sendikanın bu durumuna endişelenmiş olacak ki, müdahale kararı alıyor. Burada da ayrı bir çelişki var. Yani bu sendikada işçiler bırakın grevi seslerini çıkartmaya korkuyor; dahası adamlar işlerini efendi efendi yapıp verilen ufak bir yevmiye ile kanaat ederken, hakim sınıfın işçilerin bu pasifizmiden hoşlanmaması sizlere de garip gelmiyor mu? Sanırım filmin Senaryosu’nun en yanlış olduğu yer de burası. Gel gelelim, Hükümet çalışanları durumu saptamış cinayetlerin arkasında bir suç örgütü olduğunu da biliyor; fakat ne gariptir (bilinçli bir eylem de olabilir) bunun ispatı için, konuştuklarında şiddete maruz kalacak olan ve hatta öldürülen işçilere gidip ifade vermeleri isteniyor. Bunun adı bilinçli hedef göstermek. İzleyenler bilir, duruşmada gizli tanık olan birinin ismi daha duruşma başlamadan bu sendikanın eline geçiyor ve bu olay tanığın ölümüne neden oluyor. Yukarıda da söylediğim gibi bu işçiler sendikanın uygulamaları altında ezilmiş bir biçimde çalışırken hatta aralarında koşulları konuşmaya bile yanaşmazlarken kolluk kuvvetinin uyguladığı bu uygulama sizce de garip değil mi? Yoksa Hollywood 1934’deki Sattle genel grevini kanla bastıran hükümetini burada aklama yolunu mu arıyor? Evet, stüdyo toplumsal öğeleri ortaya koyuyor, fakat başka bir açıdan ele aldığımızda ya Amerika da uygulanan büyük şiddet dalgalarını temizleme görevi içerisindeyse stüdyo? Öyle ya bu filmde hükümet oldukça önem veriyor işçisine.

Bir diğer sahnede arkası izleyiciye dönük duruşmayı televizyondan izleyen bir kodaman gördük. Sinirlenip odadan hızla ve canı sıkkın bir biçimde çıktığını da gördük. Canı sıkılmıştı, çünkü işçi tıpış tıpış çalışırken bir şeyler olmuştu. “Bir şeyler olmuştu” bu kelimenin arkasında süreci belirleyen bir işçi sınıfı yok onu şimdiden şöyleyim. Zaten bu “yok” kelimesi de en son sahnede açık bir şekilde anlaşılıyor.

Bu filmi izleyen biri işçilerin zor çalışma koşulları için aralarında konuştuğunu gördü mü? Şahsen ben bir grev fikrinin ortaya çıktığını görmedim. Yani limanda çalışan işçi limandaki kötü çalışma koşullarına karşı değil de sendikanın kendilerine uyguladığı uygulamalara karşı suskun kalıyor. Filmin geneli boyunca suskunluğunu koruyan grubun filmin sonunda da ne şekilde suskun kaldığını göreceğiz. Şimdi son bölüme yani her şeyin rahatça gözler önüne serildiği sahnelere gelelim. Bu sahnelerin başlangıcı Terry Molloy’un “ben serseri değilim” diyip sendikaya kafa tutmasının sahnesi aslında. Kafa tutuyor ve 7 kişi tarafından ekme tokat dövülüyor. Bu beklenen bir sonuç ama burada beklenmeyen bir durum var, stüdyo sanırım bu durumu “işçi sınıfımız budur işte” demek için üzerinde özenle durmuş. O sahnede Terry Malloy 7 kişi tarafından bir temiz dövülürken ve sendika o sırada herkesin gözünde “dokunulabilir” olarak görülmüşken, yukarda bekleyen 500–600 kişilik bir grubun Terry’e yardıma gidememesi, dahası bu büyük gurubu merdivenlerde durduran 2 kişiyi görünce açıkçası bende bir dumur oldum. İşte bu sahnede de bence büyük bir hata var. Yada bu sahnenin üzerinde yukarda da dediğim gibi özenle durulmuş. Hata var diyorum çünkü artık bir karşıtlık başlamış ve insan doğası gereği içinde bulunduğu yapıyla kendi çıkarına ters düşen bu yapıyı ortadan kaldırması beklenirdi. Bu sahneyi görünce artık geride kalan olayların çok da önemi yok aslında. Belki tekrar gibi olacak ama Terry’nin ayağa kalkması beklenen bir şey ama kendine güven gelen ve nihayet nasıl olduğunu anlamasa da sendikasını eline alan bir gurup hadi çalışın diyen liman müdürüne şartlarını sunmaması acayip anormal bir durum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder